BASINDA BİZ

Ceyhan'ın Yüzakı

CEYHANLI BİR HEMŞEHRİMİZİN HAYAT HİKAYESİ : Ecz.BAHATTİN ERDİNÇ

Editörün Notu : Değerli büyüğümüz Sn. Bahattin Erdinç 1938 yılında Kayseri’de doğmuştur. Ailesinin 1939 yılında Ceyhan’a taşınması nedeniyle hayatının 30 yılını geçirdiği Ceyhan’ı asıl memleketi olarak görmüş, maddi ve manevi desteklerini Ceyhan’dan eksik etmemiştir. Aşağıda hayat hikâyesinden kesitleri O’nun ağzından sizlerle paylaşıyor, her zaman takdirle anıyoruz. Keyifli okumalar.

Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olanın üst kimliği Türk’tür. Aynı şekilde, vatandaşların alt kimliği de, doğduğu yer diye düşünülürdü. Daha modern anlayışa göre, alt kimlik, gençlik yıllarının yaşandığı yer diye düşünülmektedir. Ben de bu anlayışın taraftarıyım.

Başöğretmenim Babam Haydar Erdinç, Köy Enstitüsü öğretmenliğinden istifa edip Ceyhan’a geldiğinde iki yaşındaydım. Çocukluk ve gençlik dönemim olan ilk otuz senemi Ceyhan’da yaşadım. Hatırladığıma göre ilk senelerde elektrik yoktu. Akşam 6’dan sonra çalıştırılan jeneratörle sabaha kadar yalnız aydınlatma için cereyan verilir, elektrik üretiminde arıza olunca gaz lambaları ile aydınlanırdık. O dönemde, şimdiki belediye binasının karşı yakasındaki hazine arazisinde elma, dut gibi meyve ağaçları vardı. O araziye piknik yapmaya, ayağımızdaki siyah dondan bir mayo ile ırmakta yıkanmaya giderdik. Yaz günleri ırmağın suları çekilir, sonbaharda artardı. Ceyhan Nehri, sallarla kereste taşımacılığında su yolu olarak kullanılırdı. Hatta rahmetli İsmet İnönü’yü böyle bir taşkın olduğunda orada görmüştüm. Keza yaza doğru, kar sularının erimesi neticesinde sular çoğalır, doğudan gelen işçiler yıkanmak üzere girdikleri nehirde burgaçlara kapılarak boğulurlardı. Aynı nehirden sakalar gaz tenekeleriyle su çekerler ve eşeklerin sırtına yükleyerek evlere taşırlardı. Bu sular evlerdeki büyük fıçılara doldurulurdu, çünkü o dönemlerde şehir suyu yoktu. Fıçıların içine şap atılarak suyun tortusu çökertilir, kullanmadan önce de kaynatılırdı. Buna rağmen tifo, tifüs ve sarılık gibi hastalıklar sık sık görülürdü. O zamanlar tarlalar ilaçlanmazdı. Bu nedenle çeltik ekimi yapılırken sivri sinekler çoğalır, sürüler halinde saldırırlardı. Vatandaşlar cibinlik denilen büyük tülbentler içinde uyuyabilirdi. Cibinliklere rağmen sıtma vakalarına sıkça rastlanır, sıtma mücadele ofisinde sıtma kontrolleri yapılır, hastalara kinin dağıtılırdı. Bu da yetmez tarlalarda çalışanlar trahom hastalığına yakalanırdı.

1945 senesi depreminde Sakarya okulunda okuyordum. Bina bir gecede yıkıldı ve yalnız temel kaldı. Bu nedenle evimize çok uzak olan Cumhuriyet İlkokulu’na gitmek zorunda kaldık. O dönemde vasıta olmadığı için ablam Sevim ile yürüyerek gider gelirdik.  Evlerde soba kalorifer olmadığı için mangal kömürüyle mangal yakılarak ısınılırdı. O zamanın imkânsızlıkları içinde buna rağmen civar ilçelerde spor faaliyetleri mevcuttu. Özellikle Mersinli Ahmet’in turnuvalarına giderdim. Bayram günleri büyüklerin elini öper, hayır dualarını alır, ceplerimizi şekerle doldururduk. Bayramlarda çok zaman bici bici yer, evlerde nogay çayı içerdik. Bu bakımdan Ceyhan’ı hiç unutamam.

Ortaokula başlayınca babam okulun karşısındaki tek katlı 3+1 evi 3 senede bitirebildi. Oraya taşınınca çok yakın olması sebebiyle kolaylık çektim. Ancak taşınmamızdan evvel babamın İstanbul’dan getirdiği siyah renkli kız bisikletiyle ortaokula gidip geliyordum. Bir gün yolda bisikletimin yanına bir mahalle çocuğu geldi. Bisikletimin jantına kıskançlığından büyük bir sopayla vurarak hasar verdi. O an kalbime hançer saplamışlar gibi üzüldüm. Tabi bisikleti okula getiremiyordum. Babamın arkadaşı olan Dibo Savaş’ın evine bırakabiliyordum. Bisiklet Ceyhan’daki hayatımın vazgeçilmez sevdasıydı. 1963 yılında eczaneyi açtıktan sonra, ev ile iş arası uzak olduğundan bir ralli bisikleti edinerek bu sefer vasıta olarak yine onu kullandım. Tasarruf etmenin benim karakterim olması sebebiyle de, soğukta, yağmurda, aşırı sıcakta onunla seyahat ediyordum. Eve gidip geliyordum çünkü başka imkânım da yoktu. Ta ki 1969 yılında kullanılmış bir Volkswagen alıncaya kadar. Ortaokul hayatımın çok başarılı ve hep iftiharla geçmesine rağmen, sınıfta yaramazlıklara da iştirak ediyordum. Bir gün müzik öğretmenimizin dersinde, hoca böyle bir anı yakalayarak cetvelle elime vurdu. “Biz de seni iftihara seçiyoruz” dedi.  Ayfer Dolar, Yusuf Müftüoğlu benim gibi sınıfın başarılı çocuklarıydı.

Lise tahsilimi Adana Erkek Lisesi’nde okudum, ancak yatılı olarak yatacak yerimiz olmadığından her gün sabahtan talebe treniyle Adana garına gelip, oradan da yürüyerek Adana Erkek Lisesi’ne giderdim. Akşamüzeri bu yolu yeniden kat ederek eve dönerdim. Yani günde 4 saatim yolda geçerdi.

Mezun olduğum Ceyhan Lisesi’nde 5 sene, Fizik-Kimya öğretmenliği yaptım.

İş hayatıma rahmetli babamın ayakkabı dükkânında başladım. Sabahçı-Öğlenci diye eğitim verildiği için, günümün yarısını dükkânda yapabileceğim işlerle geçirirdim. Bilhassa arife ve okulların açılışına yakın günlerde daha çok mesai verirdik, çok çalışırdık. Evimiz Konakoğlu mahallesindeydi. Oradaki arkadaşlarla evdeki bezleri toplar, iyice yumak haline getirip bez torbaya koyar, üzerini iplerle sarıp top haline getirirdik. Sahamız yoldu, yolu keserek 2 taş koyar, kale yapıp futbol oynardık. Ben Fenerbahçe taraftarıyım. Futbol oynarken daha çok bek veya kaleci olurdum, anamın ördüğü sarı lacivert kazağı giyer ve çok gurur duyardım. Çok yakın arkadaşlarım Erdoğan Haseki santrafor, Yaşar Tezcan ortada oynarlardı. O zamanın çocukları, sporcuların resimleri ve numara taşıyan kartlarla, alt üst oyunu oynarlardı. Bir keresinde Avukat Oktay Turan ile mahallede oynuyorduk. Oktay benim kartlarımı kazanınca, ben artık oynamıyorum diye kaçmaya başladı. Ben de oradan aldığım bir taşla onu kovalayarak kaşından yaraladım. Oktay’ı hastaneye götürürlerken, arka sokakta olan evimin bahçesine girip saklandım. Oktay bana çocukluk hatırası olarak bunu çoğu zaman hatırlatır. Bu mahalledeki çocukluk arkadaşlarımla ben ilk ticari faaliyetimi yaptım. At arabalarıyla gelen koza pamuktan yerlere pamuk dökülür onları toplar satardık ayrıca o zaman delikli iki buçuk kuruş vardı. Onunla da simit yoğurt vs. satarak beş on kuruş kazanırdık.

Liseyi bitirdikten sonra, Nazif isminde bir arkadaşımla, Kurtalan Postası’na, trene binip 24 saat yoldan sonra gecenin 9’unda, İstanbul Haydar Paşa garına indik.

                30 yıl yaşadığım bu şehre olan vefa borcumu nasıl ödeyebilirim diye düşünürken, en çok ihtiyaç olunan şeyin okul olduğuna karar verdim. Sonunda araştırmalarımla bu mert ve vefâkar insanların yaşadığı şehirde oturmakta olan arkadaşım Şengün Gözler’in yardımseverler çatısı altında kurulmuş talebe yurdunda, Fen Lisesi talebelerinin yatmakta olduğunu, bu öğrencilerin kendilerine ait bir okul binalarının da olmadığını öğrendim. Derhal Ceyhan Kaymakamı Sayın Gürbüz Karakuş’u arayarak Fen Lisesi binasını yapmayı tasarladığımı söyledim.

Kaymakam Bey çok yakından ilgi göstererek “hemen gelelim sizi ziyaret edelim” dediler. Ben de, “teklif benden geliyor, okula bir arsa tahsis edilirse derhal gelir görür ve fiilen başlarız” dedim. Nitekim öyle oldu. Arsa tahsis edildikten sonra Vali Bey ile protokol yapıp hemen önümüzdeki sezonda faaliyete geçmek üzere okul binasını yapmaya başladık. Bu esnada bir de yurt yapmaya karar verdim. Valilikte ikinci bir protokol yazıp, 400 kişilik kız ve erkek talebe yurdu inşaatını da başlattım. Verilen projeleri derhal ilk sezona yetiştirmeyi başardım. İnşaatlar sürerken verdikleri destekler nedeniyle Sn. Muzaffer Önür ve Sn. Bülent Pesok’a bu vesileyle teşekkür ederim.

Bugünkü eğitimde böyle seçme çocukların yetişeceği okulun bir de Lisan okuluna ihtiyacı olduğunu tespit ederek, bu hususta da gayretler gösterdik. Fakat maalesef sistemi kuramadığımız için başarılı olamadık. Eğer yapılabilseydi, yandaki arsanın tahsis edilmesi mukabilinde, İnşaat Mühendisi Cezmi Polat’ın yaptığı projeye göre, yan arsanın bitişik ön tarafını erkek talebe yurdu, bitişik arka tarafını da kız talebe yurdu yapıp, her ikisini aradan bölerek, okulun başarılı kız ve erkek yurdunu da bodrum kat ve giriş katını bırakmak son üç katını tadil ederek 50 metrekarelik 30’ar kişilik dershane haline getirilecekti.

Ancak Fen Lisesi talebe eğitim kalitesinin düşmemesini düşünerek Fen liselerinin maksimum talebe sayısını 600 ile dondurulduğunu araştırmalarım neticesinde öğrendim. Bu ancak Bakanlık kararı ile değiştirilebilir dediler. Bende Bakanlık Müsteşarlığını aradım, durumu anlattım. Müsteşar Bey yoklardı. Sekreter hanıma bütün detayı ile anlattım. Sekreter Hanım olayı anlatandan daha iyi kavramıştı. “Ben not aldım ilgili birimlere ileteceğim eğer olumlu karar çıkar ise hemen 2 gün sonra durumu bildiririm” dedi. On gün bekledikten sonra henüz bir olumlu haber gelmemişti.

Ceyhan’ın yetiştirdiği ünlü Avukat Dr. Ali Ürey’e durumu anlattığım zaman “ben geliyorum” dedi. Benim ofise gelip kendisinin sınıf arkadaşı hemşerimiz olan Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr Ahmet Emre Bilgili’ye telefon açtı. O da hemen 10 dakika sonra bize ulaşarak “kararı değiştiremiyoruz” dedi.

Sayın Yüce devletimizin değerli bakan ve müsteşarlarının aldığı kararlara karşı boynumuz kıldan incedir. Bende sahneden çekildim ve elimdeki fonların bir kısmını başka işlerde kullandım.

1955-1956 Eğitim yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne girdiğim zamanı, 20 Eylül’de sabaha karşı kazandığımı, Beyazıt’taki üniversitenin kapısına asılan 1 sayfalık bir kağıt üzerine öğrendim. 50 kişilik kontenjanda 3. olarak girmiştim. İşte bugünü ben doğum günüm olarak kabul ediyorum.

O zamanlar İstanbul’da yerleşik Ceyhanlı aile çok azdı, ancak yirmiye yakın, Ceyhan yüksek tahsil cemiyetinden hatırladığım isimler arasında; Şahin Özbilen, Mahmut Tok, Yunus Karaca, Cemil Bayrak, Tali Turan, Sarı Güngör vardı. Ceyhan Yüksek Tahsil Cemiyeti’nin Beyazıt Meydanı’na bakan, 5 metrekarelik, evrakların muhafaza edildiği bir odası vardı. Ceyhan’da sömestr tatilinde bu toplulukla çok güzel üniversiteliler gecesi yapılır, gıcık mecmuasını çıkarırlardı. Gıcıkta yapılan esprilerle Ceyhan sosyal bakımdan kaynaşırdı. Geçmişte tohumları atılan bu topluluğun, 30 yıl önce, Ceyhan Kültür ve Dayanışma Derneği altında örgütlenerek bugünkü hale getirilmesinde emeği geçen; Dr. Fikri Aldatmaz, Abdi Pesok, Salih Sözer gibi hemşerilerime ve 30 seneden beri Genel Sekreterlik yapan Muzaffer Önür’e,  ayrıca ismini sayamayacağım, Bülent Pesok gibi, yönetim kurulunda senelerdir yılmadan yorulmadan çalışarak derneği bu hale getiren arkadaşlarıma, Ceyhanlılar ve kendi adıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

ECZACI BAHATTİN ERDİNÇ

Ceyhan Kültür ve Dayanışma Derneği

ceyder@ceyder.com
0212 296 65 26